Sayın Müzkeseverler;
8 Ekim 2015 tarihinde davetli olarak Strazburg Üniversitesi’nde Klasik Türk Müziği konulu bir konferans verdim ve aynı hafta içinde 10 Ekim’de Türk ve Fransız Müzisyenlerin oluşturdukları “Türkuaz” grubu’nun konserinden şeref misafiri olarak, konser öncesi ve sonrasında iki konuşma yaptım.
İlgili konuşmamı Belgeseller sayfamın en altından izleyebilirsiniz.
Her iki etkinlik için hazırlanan el kitapçığında aynı üniversitenin öğretim üyesi ve müzisyen dostum Prof. Dr. Ragıp EGE’nin şahsımla ilgili bir makalesi yer aldı.
Hem Türkçe hem de Fransızca metinleri aşağıdaki gibidir.
Türkçe Metin
Devlet Sanatçısı Prof. Dr. Nevzat Atlığ’ın Strazburg Üniversitesi ve Turquoise Derneğinin davetlisi olarak 4-11 Ekim 2015 tarihlerinde Strazburg’a yaptığı ziyaret dolayısıyla gerçekleştirilen kitapçık için Prof. Dr. Ragıp Ege’nin yazdığı tanıtım metni;
Strazburg Üniversitesi Türk Araştırmaları Enstitüsü, Turquoise Derneğinin ve Türk müziği grubunun ortaklığı ve üniversitemizin “Toplum İçinde Bilim” ve “Uluslararası İlişkiler” Rektör Yardımcılıklarının, “Üniversite Kültürel Etkinlikler Bölümü”nün (SUAC) ve Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın destekleriyle büyük orkestra şefi Nevzat ATLIĞ’ı Strazburg’ta ağırlamaktan onur duyar. Profesör Nevzat ATLIĞ, hiç kuşkusuz, Osmanlı-Türk musikisinin günümüzde en büyük uzmanı, altı yüzyıllık bir musiki geleneğinin canlı belleği ve genç Türk Cumhuriyeti’nin 1923 yılından bu yana sürdürdüğü çağdaşlaşma sürecinde Türk müziğinin geçirdiği evrimin en yakın tanığı ve mimarıdır. İstanbul Tıp Fakültesi’nde öğrenciliği devresinden başlayarak yoğun bir musiki etkinliği sürdüren Nevzat Atlığ, üniversite korosu içinde önce kemancı daha sonra şef olarak görev almış, daha sonra İstanbul Radyosu Türk müziği yayınları müdürlüğüne getirilmiştir. Nevzat Atlığ müzik kariyerini, radyoloji uzmanlığı kariyerine koşut sürdürmüş, sırasıyla İstanbul Konservatuvarı icra heyeti şefliğine, 1955-58 yılları arasında İstanbul Radyosu müdürlüğüne ve daha sonra aynı kurumun Klâsik Türk Müziği Koroları şefliğine atanmıştır. Nevzat Atlığ’ın kariyeri doruk noktasına, 1975 yılında, büyük bir özveriyle oluşmasına katkıda bulunduğu, Kültür Bakanlığına bağlı Klâsik Türk Müziği Devlet Korosu şefliği görevine getirilmesiyle ulaşmıştır. Nevzat ATLIĞ bu tarihten itibaren çeyrek yüzyıl, bu ünlü Koronun başında, Türk klâsik musikisinin gelişip yayılmasına eşsiz katkılarda bulunmuş, bu musikinin hak ettiği saygınlığı kazanması yönünde değeri ölçülemez, her açıdan hayranlık uyandıran bir eser inşa etmiştir. Bu eserin niteliği üzerine doyurucu bir fikir edinmek için uzun yılların emeğiyle hazırladığı zengin ve kapsamlı web sayfasına göz atılabilir (http://www.nevzatatlig.com/). Bu sayfa, kendi başına, Osmanlı-Türk klâsik musikisinin engin ve görkemli repertuvarını içeren, sınırsız kullanıma açık canlı bir hazinedir; genç kuşakların musiki, giderek kültür geleneklerini tanımalarını ve incelemelerini sağlayacak bulunmaz bir bilgi, icra ve deney kaynağıdır.
Şaşırtıcı yoğunluktaki musiki kariyeri boyunca Nevzat Atlığ sayısız konser ve dinleti düzenlemiş, buna koşut olarak da öğrencilerinden çok ciddî çalışma isteyen, son derece titiz bir öğretim etkinliği sürdürmüştür. Yetiştirdiği yetenekli öğrenciler klâsik müzik repertuvarının zenginliğini, çeşitliliğini saygılı ve sevecen bir solukla canlandırmış, canlandırmaktadırlar. Nevzat Atlığ’ın 20 CD’den oluşan müzik yayını, 5 ciltlik Türk Musikisi Klâsikleri nota yayını bulunmaktadır. Türkiye Cumhuriyeti, ülkenin klâsik müziğine verdiği bu eşsiz hizmet için 1987 yılında Nevzat Atlığ’a “Devlet Sanatçısı” unvanını vermiştir; bu unvan Türkiye’de bir sanatçıya verilen en büyük ödüldür.
Nevzat Atlığ’ın eseri, yakın tarihimizde, Osmanlı-Türk klâsik musikisinin önünde yükselen çok talihsiz iki önyargının aşılmasını sağlamıştır. Önyargılardan birinin kaynağı, modernleşme ya da çağdaşlaşma olgusunun ters anlaşılmasında yatar. Cumhuriyetin ilk yıllarında, çağdaşlaşma kaygısının, geçmişin sürdürülmesi kaygısıyla bağdaşamayacağı fikri ilerici çevrelerde rağbettedir. Geçmiş, Osmanlı’dan kalan miras olduğundan, gerek toplumsal ilerlemenin, gerek çağdaş zamanlara lâyık uygarlığın koşulunun söz konusu mirasın zorunlu olarak aşılması giderek tümüyle unutulması olduğu düşünülür. Bu bakış açısının gözünde klâsik müzik, Osmanlı mirasının en özgün parçalarından birini oluşturduğundan, çağdaşlaşma karşısındaki tutucu direnmenin sembolü konumuna düşer. Dolayısıyla bu tür bir müzik etkinliğinin günlük yaşamda, eğitim düzeninde sürdürülmesi gerici, geçmişten kurtulmak istemeyen bir tutumun ifadesi olarak görülür. Müzik alanında çağdaş yaşama ayak uydurulmak isteniyorsa, bunun zorunlu koşulu, « çoksesli » yapısı yüzünden üstün bir müzik olduğu kabul edilen Batı klâsik müziğinin benimsenmesidir. Dönemin ikinci önyargısı, Osmanlı-Türk klâsik musikisinin seçkin bir aristokrat sınıfının ürünü, bu yüzden halktan kopuk bir etkinlik olduğu düşüncesidir ; nitekim bu müzik çoğun « san’at müziği » sıfatıyla tanımlanır. Ancak her ne kadar « san’at » müziği de dense, son çözümlemede, şarkılarının güftelerinde sürekli dile gelen şarap ve içki övgüsü yüzünden, bu müziğe « dekadan » bir müzik gözüyle de bakılır, müziğin doğal icra yerinin « meyhane » olduğu düşünülür. Dolayısıyla bu tür bir müziğin büyük kitlelere seslenemeyeceği iddia edilir.
Nevzat Atlığ daha gençlik yıllarından başlayarak bu önyargılara kesinlikle karşı çıkar. Onun gözünde geçmiş olsun, bugün olsun, son derece karmaşık, içlerinde birbirlerinden farklı, kimi birbirleriyle bağdaşmayan öğeler taşıyan çok yapılı gerçekliklerdir. Bu öğelerden kimileri, evrensel nitelikleri yüzünden, ötekilere oranla daha çok dikkat, özen, saygıyı hak eder. Hangi devirde olursak olalım sorun, geçmişin barındırdığı bu tür evrensel öğelere duyarlı olabilmek, onları görüp tanımasını bilmektir. Klâsik Osmanlı-Türk müziğine bu gözle bakmak, taşıdığı evrensel boyutu bu gözle algılamak, bu boyutun hakkını verecek bir çalışmayı üstlenmek gerekir. Üstün yetenekli, dinamik, mücadeleden yılmayan arkadaşlarıyla birlikte Nevzat Atlığ bu inancı paylaşmış, her gerçek sanat eserinin gerektirdiği ciddiyet, dikkat, saygı, özenle icra edilmiş klâsik müziğin, dinleyenlerin yalnızca ilgisini uyandırmakla kalmayıp, onların ruhlarına da sesleneceğinden asla şüphe etmemiştir. İnancının doğruluğunu kanıtlayan olguyu, bir gün Beyazıt meydanında gözlemlemiş, ayakkabısını boyattığı boyacı çocuğun, en ağır ve güç parçalardan biri olarak görülen bir klâsik müzik parçasını, « hiç de yanlış olmayan biçimde » söylediğini duymuş, gönlü mutlulukla dolmuştur. İşte klâsik müziğin bu evrensel boyutuna, evrensel gücüne olan sarsılmaz inancı, Nevzat Atlığ’ı, bu müziğin gelişmesine gönül vermiş arkadaşlarıyla tükenmez bir konser etkinliğine yöneltmiş, korolar kurarak her çağrıldığı salonda, dernekte, belediyede, radyoda klâsik müziği dinleyicilere dinletip sevdirmeye çalışmıştır. Bu etkinliğe koşut olarak, bugün bize şaşırtıcı gelebilecek başka bir mücadeleyi de sürdürmüştür Nevzat Atlığ. 1950’li yıllarda, İstanbul Belediye Konservatuvarının İcra Heyeti üyesi iken, aynı kaygıları taşıyan arkadaşlarıyla, meyhane ve içkili gazinolarda çalıp söyleyen müzikçilerin Konservatuvara alınmasını yasaklayan bir düzenlemenin benimsenesine önayak olmuştur. Bu tür bir düzenleme, doğallıkla, değişik, kimi saldırgan tepkilerle karşılaşmıştır. Ancak bu düzenlemeye yol açan kaygının, klâsik müzikle meyhane arasındaki çağrışımı kırmak, bu müziğin hak ettiği saygınlığı, itibarı kazanmasını sağlamak olduğu açıktır. Giderek tüm bu çabalar, uğraşılar sayesinde, klâsik müziğin, en içli halk müziği ezgisi kadar halka seslenebileceği gerçeği bilinçlerde yer edip kök salmaya başlamıştır. Yakından bakıldığında iki tür müzik de aynı makamları, aynı duyarlılığı paylaşır son çözümlemede.
Nevzat Atlığ klâsik müziğe saygınlığını kazandırma mücadelesini kurumsal düzeyde de sürdürmek, bu müziğin gelişmesinde Devletin desteğinden de yararlanmak gerektiğini anlamış, bu yöndeki çabaları eserinin en kayda değer boyutunu oluşturmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan beri Klâsik Batı müziği olsun, tiyatro, opera, bale, halk müziği olsun, çeşitli bakanlıklardan büyük destek almışlardır. Örneğin çok seviyeli bir Senfoni Orkestrası, gene çok seviyeli, adı Hindemith’le birlikte anılan bir Devlet Batı Müziği Konservatuvarı, her açıdan hayran bırakıcı bir girişimle sürdürülen Anadolu Halk Müziği etkinliklerinin toplanıp arşivlenmesi gibi kurumlar Devletin olanaklarıyla vücut bulmuşlardır. Ancak Klâsik Türk müziği, 1970’li yıllarda bile henüz bu tür bir kurumsal çerçeveden yoksundur. Yıllardır sabırla ve yöntemli bir biçimde sürdürülen Türk klâsik müziği konserlerine halkın gösterdiği ilginin giderek artması, Nevzat Atlığ ve arkadaşlarının ısrarlı girişimleri, sonunda, siyasi otoriteyi, Devletin bu müziğe de destek vermesi gerektiğine ikna edebilmiştir. Nihayet, 1975 yılında Kültür Bakanlığına bağlı bir Klâsik Türk Müziği Devlet Korosu kurulmuş, başına da, doğal olarak, Nevzat Atlığ getirilmiştir. Nevzat Atlığ, her vesileyle, bu kuruluşun, müzik kariyerinin en önemli aşaması, en büyük başarısı olduğunu vurgular. Koronun kurulmasında emeği geçen sanatçıların anılarını dinlediğimizde, bu kuruluş süreci boyunca onların da ne denli umut, şevk, heyecan ve tutku dolu bir serüven yaşadıklarını anlarız.
Nevzat Atlığ’ın tümüyle müziğe adanmış, mücadelelerle dolu yaşamı, 1949’dan bu yana onun kişiliği ve eseri üzerine basında çıkan yazıları içeren Basında Nevzat Atlığ başlığıyla hazırlanmış mükemmel eserde adım adım izlenebilir (bkz.http://www.nevzadatlig.com/deneme/kitaplar.html). Strazburg ziyaretinden birkaç gün sonra Nevzat Atlığ 90 yaşını kutlayacaktır. Hayran bırakıcı gençliğini korumaktadır. Nasıl ki hizmetine girdiği müzik, tüm gerçek yani evrensel sanat yaratısı gibi, hayran bırakıcı gençliğini korumakta, koruyacaktır.
Fransızca Metin
Le texte de présentation rédigé par le Professeur Ragıp Ege pour le livret préparé à l’occasion de la visite du Professeur Nevzat Atlığ, Artiste d’Etat, à Strasbourg, en réponse à l’invitation de l’Université de Strasbourg et de l’Association Turquoise,
du 4 au 11 octobre 2015
Le Département d’Etudes Turques de l’Université de Strasbourg, soutenu par les Vice-Présidences « Science en Société » et « Relations Internationales » et le Service Universitaire de l’Action Culturelle (SUAC) de l’université, ainsi que par le Ministère de la Culture et du Tourisme de Turquie, et en collaboration avec l’Association et le Groupe de musique turque « Turquoise », est honoré d’accueillir le grand chef d’orchestre de la musique classique turque Nevzat ATLIĞ à Strasbourg. Le professeur Nevzat ATLIĞ est sans conteste le plus grand spécialiste de la musique ottomane-turque vivant. Véritable monument national, il est la mémoire vivante d’une tradition musicale vieille de six siècles et le témoin privilégié de la mutation que la musique turque a connue tout au long du processus de modernisation engagé par la jeune République turque depuis 1923. Dès ses années universitaires à la Faculté de médecine d’İstanbul une intense activité musicale a accompagné la vie de Nevzat ATLIĞ. Violoniste au sein de la chorale de l’université dont il devient le chef, il est nommé directeur des émissions musicales de la Radio d’Istanbul. Sa carrière musicale, parallèlement à sa carrière de radiologue, se poursuit au sein du Conservatoire municipal d’Istanbul où il occupe le poste de Directeur du département de musique turque. De 1955 à 1958 il assume la direction de la Radio d’Istanbul. Par la suite il est nommé Chef des chœurs de musique classique de la même institution. Enfin sa carrière atteint son sommet à la fondation, par ses soins, de l’Orchestre Nationale de Musique Classique Turque rattachée au Ministère de la Culture Turque, en 1975, dont il devient le Chef pour une période s’étendant sur un quart de siècle. A la tête de ce prestigieux orchestre dont la contribution à la mémoire et à la création de la musique turque est absolument inestimable, Nevzat ATLIĞ a réalisé une œuvre à tous égards impressionnante et admirable, dont on peut se faire une idée en allant sur le web site d’une étonnante densité et richesse, qu’il a pris soin de créer à l’issue de plusieurs années de travail (http://www.nevzatatlig.com/). A lui seul ce site est une véritable somme de la musique classique ottomane-turque depuis la fondation de l’Empire ottoman, en libre accès total, qui constitue un outil de travail et de connaissance extrêmement précieux pour les jeunes générations curieuses du patrimoine musical de leur pays.
Tout au long de sa longue carrière d’une exceptionnelle intensité Nevzat Atlığ a animé un nombre incalculable de concerts et de manifestations musicales, a mené une activité pédagogique extrêmement exigeante et rigoureuse contribuant ainsi à la formation de jeunes musiciens talentueux qui ont donné un nouveau souffle à un patrimoine culturel centenaire, inestimable dans sa diversité et inventivité. Il est l’auteur de quelques 20 CD et d’une publication de partitions de musique turque de 5 volumes. Pour l’inestimable service que Nevzat Atlığ a rendu à la musique classique de son pays, La République de Turquie lui a décerné, en 1987, le titre d’« Artiste d’Etat » qui est la plus grande récompense qu’un artiste peut recevoir en Turquie.
L’œuvre de Nevzat Atlığ a permis le dépassement de deux malheureux préjugés qui se sont érigés devant la musique classique ottomane-turque dans l’histoire récente de la Turquie.
Un de ces préjugés a son origine dans une fausse conception de la modernisation. Dans les débuts de la République la modernisation a souvent été jugée incompatible avec la reconduction du passé. Le passé étant l’héritage ottoman, la condition du progrès social et culturel, la condition de la civilisation digne des Temps modernes était estimée résider dans le nécessaire dépassement voire l’oubli total de cet héritage. La musique classique turque apparaissait comme une des pièces constitutives de cet héritage. A ce titre elle était souvent
perçue comme le symbole même du refus réactionnaire de la modernité. Par conséquent le maintien d’une telle pratique musicale dans la vie quotidienne et dans le système d’éducation était considéré comme rétrograde, comme une attitude foncièrement passéiste. L’ouverture à la modernité était synonyme de l’ouverture à la musique classique occidentale, jugée comme supérieure car « polyphonique ». Le second préjugé tenace de l’époque était l’assimilation de la musique classique ottomane-turque à l’expression artistique d’une élite aristocratique coupée du peuple ; ne l’appelait-on pas du reste musique « savante » ! Bien que « savante », du fait de la présence constante des références à l’alcool et au vin dans les paroles de ses chansons, cette musique était associée à l’idée de décadence dont le lieu naturel de pratique ne pouvait être que la taverne. Par conséquent une telle musique était estimée comme foncièrement incapable de parler à la grande majorité de la population.
Dès sa jeunesse Nevzat Atlığ a prix l’exact contrepied de ces préjugés. Il savait que le passé comme le présent est une réalité, par définition, profondément complexe, qui abrite en son sein une infinité d’éléments hétérogènes dont certains plus que d’autres sont dignes d’attention, quelle que soit l’époque qui s’y intéresse ; ce sont là des éléments universels comparés à d’autres, circonstanciels. La musique classique était un des ces éléments universels du passé ; elle méritait toute notre attention, tout notre respect et tout notre soin. Nevzat Atlığ était entièrement convaincu, accompagné dans cette conviction d’un groupe de musiciens et d’artistes extrêmement dynamiques, combatifs et talentueux, du fait que cette musique, exécutée avec le sérieux, le respect et le soin qu’exige toute œuvre artistique authentique, pouvait non seulement susciter l’intérêt de tout être humain mais encore émouvoir profondément les âmes. Il devait observer le bien-fondé de cette conviction, un jour, sur la place de Bayezid, lorsqu’il a entendu ce petit cireur de chaussures chanter, « de façon passablement juste », une des œuvres réputées les plus difficiles du répertoire de la musique classique. C’est cette foi en l’universalité de la musique classique ottomane-turque qui a alimenté la formidable énergie qui a soutenu Nevzat Atlığ dans sa détermination à multiplier inlassablement les concerts et les auditions de musique classique avec des musiciens dévoués, dans toutes les salles, toutes les associations, toutes les municipalités et sur toutes les ondes qui voulaient bien les accueillir. Parallèlement Nevzat Atlığ a mené un combat acharné pour casser la représentation de décadence liée à la musique classique ottomane-turque. Dans les années 1950, au sein du Conseil d’administration du Conservatoire municipal d’İstanbul, avec des collègues partageant le même souci, il a contribué à l’adoption d’une disposition interdisant aux musiciens se traduisant dans les tavernes l’entrée au Conservatoire. Une telle disposition était évidemment diversement appréciée. Mais le souci qui motivait son adoption était de redonner à la musique classique le respect et la dignité qu’elle méritait. Progressivement le constat selon lequel la musique classique, à condition de bénéficier du soin que mérite son exécution, pouvait être aussi proche du peuple que tel chant émouvant anatolien, s’est imposé comme une évidence. Au demeurant les mêmes modes, les mêmes makam se trouvent des deux côtés.
Le combat de réhabilitation de la musique classique devait également se poursuivre sur le plan institutionnel, pour obtenir le soutien résolu de l’Etat. Depuis la fondation de la République, la musique classique occidentale, le théâtre, l’opéra, le ballet et la musique populaire, jouissaient de larges soutiens des ministères. Par exemple un orchestre symphonique de grande qualité, un conservatoire national de musique occidentale auquel est associé le nom de Hindemith ont été fondés, une campagne exceptionnelle et admirable de collecte de musique populaire anatolienne a été engagée par les soins des pouvoirs publics. En revanche même dans les années 1970 la musique classique turque n’avait pas encore d’assise institutionnelle réelle dans le pays. Nevzat Atlığ et ses compagnons acquis à la même cause, ont déployé de très grands efforts pour convaincre les pouvoirs publics à s’intéresser également à leur musique. L’accueil toujours plus large que réservait le public aux
manifestations de musique classique a fini par convaincre les autorités de la nécessité d’un tel soutien. A l’issue d’un très long combat un orchestre national de musique classique a été enfin fondé en 1975 et Nevzat Atlığ en est devenu, naturellement, le premier chef. A toute occasion le professeur Atlığ affirme que la fondation de cet orchestre fut la plus grande réalisation de sa vie. Les témoignages des membres de ce prestigieux orchestre décrivent quelle aventure passionnée fut la leur, qui a fini par vaincre toutes les résistances et aboutir à la création de cette institution.
La longue, instructive, passionnante aventure qu’est la vie de Nevzat Atlığ, entièrement vouée au bien de la musique classique turque, il est possible de la suivre pas à pas dans l’excellent ouvrage intitulé Basında Nevzat Atlığ (Nevzat Atlığ dans la presse ; cf.http://www.nevzadatlig.com/deneme/kitaplar.html), qui regroupe l’ensemble des éditoriaux et des articles publiés depuis 1949 sur la personnalité et l’œuvre du Maestro. Quelques jours après son passage à Strasbourg il célébrera ses 90 ans. Il est toujours merveilleusement jeune, comme la musique qu’il sert est et restera merveilleusement jeune, à l’instar de toute création artistique authentique, c’est-à-dire universelle.